AYASOFYA CAMİ
Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi 21.05.1453-24 Kasım 1934, 24.07.2020-∞
Ayasofya, İstanbul’un Fethinin en önemli nişanesidir. Ayasofya’nın önemini anlamak için önce İstanbul'u, İstanbul’un fethini anlamak gerekir.
İstanbul:
İstanbul’un ilk kuşatması Hicri 52 yani Miladi 672 yılında Ebu Eyyubi el- Ensari tarafından yapılmıştır. Ebu Eyyubi el Ensari, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mihmandarı olarak uzun yıllar Hz Muhammed’e /sav) hizmet etmiş ve müjdelenen komutan olmak arzusuyla İstanbul'u fethetmek için İstanbul'un kuşatmasına katılmıştır. Fakat başarısızlıkla sonuçlanan kuşatmada savaş alanında vefat etmiştir.
Yedinci ve sekizinci yüzyıllarda Emeviler ve Abbasiler tarafından tekrar kuşatılan İstanbul, yine zapt altına alınamamıştır. Daha sonra Osmanlıların bölgede hâkim güç olmasıyla beraber İstanbul altı kez daha kuşatılmıştır. II. Murad döneminde altıncı kez kuşatılan İstanbul, kuşatma sonucunda Bizans İmparatorluğu haraca bağlanmasıyla kuşatma son bulmuştur.
Birçok kuşatmaya sahne olan İstanbul, Büyük Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesiyle beraber Doğu Roma'nın başkenti olarak bölgede devamlılığını sağlamıştır. Doğu Roma, özellikle Türk devletleriyle yaptıkları savaşlarla hızlı toprak kayıpları yaşayarak İstanbul içerisinde küçük bir devlet olarak 1453 yılına kadar devamlılığını sağlamayı başarmıştır.
İki parçaya bölünen büyük Roma İmparatorluğunun batı kısmını oluşturan Latinler, din olarak Hristiyanlığı, resmi dil olarak ise Yunancayı kabul etmişlerdir. Böylelikle, ülke sınırları içerisinde diğer tüm dinler yasaklanmış olup, Yunanca dışındaki diğer diller ise sadece ticaret amaçlı ikincil diller olarak kullanılmıştır.
Onlarca kuşatma ve iç kargaşaların ardından İstanbul, Kudüs'ü kurtarmak amacıyla organize edilen IV. Haçlı seferinden de nasibini almıştır. IV. Haçlı seferi, Müslümanların arap yarım adasında güçlenmesini engellemek, Kudüs civarında Hristiyan otoritesini tekrar sağlamak maksadıyla organize edilmiştir. Fakat, IV. Haçlı seferini organize eden otoriteler önce Mısır'ı ele geçirip oradan Eyyubiler Devletini arkadan vurmayı planlamışlar olsa da haçlıların gerçek amaçlarının ganimet telaşı olduğu İstanbul üzerine yürümelerinden anlaşılmaktadır. Bizans İmparatorluğunun Ticaret yollarının kontrolünü elinde tutması, bölgede zengin bir devlet olarak bulunmasının yanı sıra Hristiyanlık içerisinde iki farklı mezhep olan Katoliklerin ve Ortodoksların mezhep çatışmalarından dolayı meydana gelen iç kargaşalar otoritenin zayıflamasını sağlamış ve bu durum da yağmacı haçlıların iştahını kabartmaya yetmiştir. İstanbul'u yağmalayan Haçlılar her yeri yakıp yıkmış, Ayasofya içerisinde bulunan her türlü değerli eşyayı en ufak metal parçasına kadar çalıp, Ayasofya içerisinde bulunan tüm ahşap yapıları yakıp yıkmışlardır. Bu yağma olayından sonra Bizans İmparatorluğunu iyice zayıflatarak, mezhep çatışmalarının Hristiyanlık dini altında farklı bir boyuta taşınmasını sağlamıştır.
Bizans İmparatorluğu bu yıkımın etkisini uzun uğraşlar sonunda bertaraf etmiş ve 1261 yılında yeniden otoriteyi ele almaya başlamıştır. Otoritenin sağlanmasının ardından Haçlı yağmasının oluşturduğu yıkımlar onarılarak, devletin gücünü mevcut sınırlar içerisinde muhafaza edilmeye çalışmıştır.
Ayasofya:
Birinci, ikinci ve üçüncü Ayasofya olarak inşa edilen yapı Hristiyanlık dini açısından önemli bir mabet olarak özenle imar edilmiştir. Dönemin yöneticileri tarafından kutsal sayılmış ve her dönemde ayrı bir itina ile korunmuştur.
Birinci Ayasofya: Bizans İmparatorluğunu kurucusu sayılan Büyük Konstantin tarafından inşa edilmesi emredilerek birinci Ayasofya’nın yapımına başlanmıştır. Büyük Konstantin’in oğlu II. Konstantin tarafından yapımı tamamlanan yapı “Azize Sofya Kilisesi” olarak ziyarete açılmıştır. Artemis Tapınağı üzerine inşa edilen yapı, Miladi 360 yılında tamamlanmış ve İmparatorluk merkezinde uzun yıllar kilise olarak kullanılmıştır. Miladi 404 yılında çıkan iç isyanda büyük ölçüde zarar görerek, kullanılamaz hale gelmiştir.
İkinci Ayasofya: Ülke içinde çıkan İsyanlar sonucunda büyük ölçüde harap olmuş kilisenin yanına yani bugünkü mevcut yerine, dönemin imparatoru II. Theodosius yeni bir kilise daha inşa edilmesi emrini vermiştir. Miladi 415 yılında Birinci Ayasofya kilisesini de onararak aynı alan üzerinde İkinci Ayasofya’yı inşa ettirmiştir. Dönemin önemli yapıları arasında yer alan ikinci Ayasofya bazilika mimarisinde inşa edilmiştir. Fakat Miladi 532 yılında çıkan, “Nika Ayaklanması” sırasında zarar görmüş ve kullanılamaz hale gelmiştir.
Üçüncü Ayasofya: Bizans imparatorluğu siyasi, askeri ve ekonomik alanda yaptığı değişikliklerle bölgedeki gücünü kanıtlamış, köklerinden gelen Roma Kültürünü Yunan Medeniyetiyle birleştirerek imparatorluk nezdinde yeni bir dönemin kapılarını açmıştır. Ekonomik olarak güçlenen Bizans imparatorluğu bu durumu, başkent olarak kullandıkları İstanbul şehrinin ihyası için İstanbul şehrini dev yapılarla taçlandırma isteği, Ayasofya Kilisesinin yenilenmesinde kendini gösterilmiştir. imparator I.Justinianus’un emri ile Üçüncü Ayasofya inşasına başlanmıştır. İmparator yeni Ayasofya’nın diğer Ayasofya yapılarından daha farklı bir mimaride ve daha büyük tasarlanmasını emretmiştir. Dönemin en önemli mimarları, fizikçileri ve matematikçileri tarafından planlanan yapının tasarım aşamasında bir efsanenin yaşanıldığına inanılmaktadır. Bu efsaneye göre, Ayasofya kilisesinin baş mimarı olarak görevlendirilen fizikçi İsidoros, Ayasofya’nın proje çalışmalarını hazırlarken yorgunluktan masanın başında uyuyakalır ve sabah uyandığında projenin en ince ayrıntısına kadar imalata hazır şekilde tamamlandığını görür. Tamamlanan proje, imparatora sunulur ve imparator tarafından çok beğenilir. İmparatorun emri ile Ayasofya’nın yapımına hemen başlanır. Halk arasında yeni inşa edilecek kilisenin Tanrı tarafından tasarlandığı efsanesi de hızla yayılır.
Yapının inşasına 532 yılında başlanmıştır. Beş yıl süren bir çalışma sonunda tamamlanmış ve neredeyse günümüz halini almıştır. Bizans İmparatorluğu sınırlarında bulunan diğer kiliselerden önemli parçalar sökülerek Üçüncü Ayasofya kilisesinin inşasına taşınmıştır. (Efes’teki Artemis tapınağı, Mısırdaki Güneş tapınağı, Lübnan'daki Baalbek tapınaklarından getirilen mermer sütunların halen daha nasıl taşındığı bilinememektedir.) Yapı içerisinde kullanılan renkli taşların getirildiği yerler dikkate alındığında Ayasofya kilisesinin inşasının ne kadar önemli olduğu görülmektedir. Bu taşların beyaz olanı Marmara Adası, kırmızı olanı Mısır, sarı olan Suriye, yeşil olanı Yunanistan ve siyah olan ise İstanbul kökenlidir. Diğer bölgelerden taşınan malzemelerle kilisenin yapımı beş yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Yapı içerisinde bulunan mozaik işlemeler açılıştan birkaç yıl sonra tamamlanabilmiştir.
Kilisenin açılışı, imparator Justininaus ve Patrik Eutychius tarafından büyük bir törenle açılmış, Justinianus açılış konuşmasında “ Ey Süleyman! Seni yendim!” demiştir. İlave olarak, kilisenin Patrik tarafından açılması Ayasofya’ya stratejik olarak Ortodoks Hristiyanların merkezi olma konumunu da eklemiştir.
Üçüncü ve Bizans dönemindeki son ihtişamına kavuşan Ayasofya kilisesi IV.Haçlı seferleri sırasında talan edilmiştir. 1317 yılında İmparator II. Andronikos tarafından onarımı emredilerek tadilata alınmıştır. 1344 yılında gerçekleşen deprem sonucunda kilisenin kubbesinde çatlaklar oluşmuş ve güvenli olmadığından ibadete kapatılmıştır. 1354 yılında tekrar restore edilerek ibadete açılmıştır.
Fetih öncesi Bizans:
II. Murad’ın vefatıyla tahta geçen Sultan II. Mehmed’in tahta çıkış haberi Bizans surlarını hızla aşmış surlar içerisinde huzursuzluklara sebebiyet vermiştir. Surlar içerisinde zayıflayan Bizans İmparatorluğu güç toplayıp otoriteyi sağlamak adına, Hristiyanlığın iki farklı mezhebini birleştirmek istemişler ve bu maksatla toplantılar düzenlemeye başlamışlardır. Katolik ve Ortodokslar Ayasofya çatısı altında birleşme toplantıları yaparken büyük tehlikenin farkında olarak, Papa’dan destek alabilmek adına birleşmelerinin gerekliliği fikri İmparator tarafından da desteklenmiştir. Günlerce Ayasofya içerisinde toplantılar düzenlenmiş, Bizans surları içerisinde birleşmeye karşı olan senatörlerinden en saygını olan “Leon Notaras” bir toplantı esnasında, İmparatorun gözlerinin içine bakarak, “İstanbul’un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten daha iyidir” demeye cesaret edebilmişti. Bizans içerisinde Katoliklerin Ortodokslara göre daha güçlü durumda olmaları son Bizans İmparatoru Konstanios Dragasis’i zor duruma düşürerek birleşmeyi kabul etmek mecburiyetinde bırakmış ve Papa Beşinci Nikola’dan Osmanlıya karşı ordu desteği istemesini sağlamıştır. Hicri 30 Zilkade 856, Miladi 12 Ocak 1452 günü Ayasofya Kilisesinde imparatorla devlet erkânının da hazır bulunduğu büyük bir ayin yapılarak, Rum Patriği Grigorios Mammas’la beraber Ortodoks ve Katolik mezheplerinin birleştirildiği halka ilan edilmiştir. Mezheplerine vatanlarından daha fazla bağlı olan Bizanslılar, imparatorun bu faaliyetini küfür saymışlar ve İstanbul sokaklarında “Türk sarığı görmeyi kardinal şapkası görmeye tercih ettiklerini” konuşmaya başlamışlardı.
Osmanlılar İstanbul’un etrafını kuşatmaya devam ettikçe Bizans surları içerisinde halkın endişesi artmaya başlamış, falcılar tarafından efsaneler türetilerek halkı telkin etme yoluna gidilmiştir. Bu efsanelerden bir tanesinde; “Bizans şehrinin Türklere teslim olunacağını, şehre giren Türklerin Bizanslıları keseceklerini ve Türklerin bu yürüyüşlerinin büyük Konstantin’in sütununa (Çemberli taş) kadar devam edeceği, fakat sütuna vardıktan hemen sonra gökten bir meleğin elinde bir kılıçla yere ineceğini ve bu melek, sütunun yanında bulunacak olan ismi meçhul fakir bir adama imparatorluğu ve kılıcı teslim ederek; “Bu kılıcı al ve Allah'ın kavminin intikamını al” diyeceğini, o zaman Türklerin geri gideceklerini, Bizanslıların da Türkleri takip edip onları telef edeceklerini ve Türklerin şehirden, garptan (Batı) ve şark (Doğu) yerlerinden İran hudutlarında bulunan bir yere kadar kovulacaklarını” söylüyorlardı. Bu efsanevi söylemler sebebiyle halk korkudan falcılara inanmaya başlamış panik içerisinde, korunabilmek inancıyla efsanede geçen sütunu (Çemberli taş) geçerek korunacaklarına inanarak Ayasofya Kilisesine sığınmaya başlamışlardı. Ayasofya kilisesi, kadınlar ve çocuklarla dolmaya hatta taşmaya başlamıştı.
Fetihten bir gün önce Bizans devlet erkânı ve halk, önce sur içini papazlarla beraber dolaşarak Ayasofya kilisesinde büyük bir ayin yapmışlardır. Ayinde edilen duaların sesleri o kadar yüksektir ki, surların dışından dahi “’Kyrie eleison’ (Tanrım bize merhamet et)” şeklindeki dua sesleri duyulabilmiştir.
Fetih:
6 Nisan 1453 yılında İstanbullu kuşatan II. Murad’ın dördüncü oğlu olan Sultan II. Mehmet Han, 29 Mayıs 1453 yılında İstanbul’u Türk toprakları içine katmış bir çağı kapatıp yeni bir çağın başlangıcına mührünü basmıştır.
II. Murad, 3 Şubat 1451 tarihinde vefat ettiğinde Tahta Geçen 21 yaşındaki genç padişahın en büyük hedeflerinden biri İstanbul’u almak ve Peygamber’in (s.a.v.) sözlerine mazhar olmaktı. Hz. Muhammed (s.a.v.) İstanbul’un Fethini, “Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” sözleriyle müjdelemiştir. İstanbullun Fethi, döneminin en ihtişamlı Padişahına yani, Sultan II. Mehmed Han’a nasip olmuştur.
Fetih Sonrası Ayasofya Cami:
29 Mayıs 1453 yılında İstanbul fethedilmiş dünya tarihinde yeni bir çağ başlamıştır. Beyaz atı ile İstanbul’a giren fatih sultan Mehmet Han, Ayasofya kilisesine gitmiş, kubbesine varana kadar Ayasofya’yı dolaşmıştır. Ayasofya’nın bakımsızlığını gören Sultan II. Mehmet, Fethin nişanesi olarak Ayasofya’nın cami yapılmasını emretmiş ve hızlıca ilk Cuma namazı için hazırlıkların yapılmasını buyurmuştur. Hazırlıklar hızla devam ederken Ayasofya içerisinde bulunan ikonlar, tasvirler ve heykeller kaldırılmış, kıble tarafına Mihrap ve Minber konulmuştur. (Günümüze ulaşmamıştır.) Cuma namazına hazırlanan Ayasofya Caminin ilk minaresi ahşaptan yapılmıştır. Ayasofya cami içerisinde bulunan mozaik işlemeler zarar görmemesi adına kireçle kaplanmıştır.
Ayasofya da ilk Cuma namazı Fetihten üç gün sonra Fatih Sultan Mehmet Han ve askerleri ile beraber kılınmıştır. İlk hutbe Fatih Sultan Mehmet Han tarafından irad edilmiştir.
Ayasofya, cami olarak ibadete açılmış ve hızla onarım çalışmaları devam etmiştir. Fetih öncesinde harap olan Ayasofya, Müslüman Türk’ün elinde yeni kimliğine kavuşmuş, ihtişamı ile gönüllere ışık saçmaya devam etmiştir. İlk yapımında ahşap olarak tasarlanan minare Fatih döneminde tuğladan tekrar imar edilmiştir. Ayasofya’ya ikinci minare de İkinci Beyazıt tarafından eklenerek döneme ışık tutmuştur. Ayasofya içerisinde bulunan dev kandiller de Kanuni Sultan Süleyman döneminde Macaristan’da bulunan bir kiliseden getirtilmiştir.
İkinci Selim döneminde yorgunluk belirtileri gösteren Ayasofya’ya dönemin Baş Mimarı, Mimar Sinan dokunmuş ve Ayasofya’nın etrafına istinat duvarları ve payandalar ekleyerek muazzam bir dayanıklılığa getirmiştir. Her yapıyı işlevine, taşıdığı ruha, bulunduğu yere ve ihtiyaca göre uygun biçimlendiren Baş Mimar, istinat duvarlarıyla güçlendirdiği yapıya biçim çeşitliliği de kazandırmıştır. Kubbeyi sağlamlaştırmak için de kubbeyi taşıyan payelerle yan duvar arasındaki boşluklara kemerler ilave etmiştir. Ayasofya’nın etrafında bulunan binaların birçoğunu yıktırıp, avluyu temizleyerek geniş bir meydan açılmasını sağlamıştır. Mimar Sinan tarafından tasarlanan ilave iki minare Mimar Sinan döneminden sonra tamamlanmış ve camiye eklenmiştir. Mimar Sinan’ın bu dokunuşu yaşanan büyük depremlerde bile Ayasofya’nın en az tahriple çıkmasında büyük bir rol oynamıştır.
Osmanlı döneminde Ayasofya’ya son dokunuş Sultan Abdülmecid emriyle İsviçre İtalyanı olan Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe Fossati’nin nezaretinde 1847 ile 1849 yılları arasında yapılmıştır. Fossati kardeşler, kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırdı ve binanın iç-dış dekorasyonunu yeniden elden geçirdi. Üst kattaki galeri mozaiklerinin bir kısmı temizlendi, çok tahrip olanları ise sıvayla kaplayarak ve altta kalan mozaik motifleri yapılan sıvalar üzerine resmedilmiştir. Işıklandırma sistemini sağlayan yağ lambası avizeleri yenilenmiştir. Kazasker Mustafa İzzed Efendi’nin (1801–1877) eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asılmıştır. Ayasofya’nın dışına yeni bir medrese ve muvakkithane (Namaz vakitlerinin tespitini doğru yapmak adına kurulan bir çeşit gözlem odası.) inşa edilmiştir. Minareler aynı boy ve seviyeye getirilmiştir. Bu yenileme çalışması bittiğinde Ayasofya Cami 13 Temmuz 1849'da gerçekleştirilen büyük bir törenle yeniden halka ve ibadete açılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Dönemi:
Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde 1930–1935 yılları arasında yenileme çalışmaları yapılmış, yenileme çalışmalarında mozaikler sıvalardan temizlenerek ortaya çıkarılmıştır. Kubbenin etrafı demir kuşaklarla çevrilmiştir. Ayasofya demir zırhlarla örülürken, Cumhuriyetin laiklik ilkesi doğrultusunda yapılış amacı olan kiliseye tekrar dönüştürülmesi fikri ortaya atılmış fakat bölgede ikamet eden Hristiyan tebaanın az olması ve güzide yapının provokasyonlara araç edilebileceği düşünülerek dönüşüm kararı iptal edilerek 24 Kasım 1934 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile ibadete kapatılarak müzeye dönüştürülmüştür.
2005 yılında Ayasofya’nın müze olarak kalmaması ve ibate açılması yönünde çalışmalar başlatılmıştır. 2005 yılında yargıya taşınan davada Danıştay 10. Daire tarafından reddedilerek süreç sonlandırılmak istenmiştir. 2006 yılında tekrar açılan davanın sonucunda takipsizlik kararı çıkarak sonuca Ayasofya’nın cami olması sonuca bağlanamamıştır. Ayasofya Caminin ibadete açılması konusunda davalar devam ederken 2016 yılında Ayasofya Cami semalarında 85 yıl aradan sonra ilk kez, Kadir Gecesi programı adı altında sabah ezanı okunmuştu. Aynı yıl müzenin ibadete açık kalan (Hünkar Kasrı) kısmına Diyanet tarafından temsili imam atanarak vakit namazları kılınmaya başlanmıştır. Ayasofya zincirlerini kırmaya devam ederken ve İstanbul’un Fethinin 567. Yıldönümünü anmak adına Ayasofya Cami içerisinde Fetih Suresi okunmuştur. Bunun akabinde Ayasofya’nın cami olma konusu tekrar gündeme gelmiştir. “Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin”, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali” istemiyle Danıştay’da dava açması üzerine, 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirilerek, 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını “Ayasofya’nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını” belirterek iptal etmiştir. Bunun üzerine 2729 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Ayasofya, Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek tekrar cami statüsüne kavuşmuştur.
Yüzyıllardır farklı medeniyetleri göğsünde taşıyan kadim şehir İstanbul’un kalbi durumunda olan Ayasofya Cami, Fatih Sultan Mehmet Han’ın fetih nişanesi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ve dahi tüm İslam âleminin göğsünde de parıldamaya devam etmektedir. Ayasofya Cami Tüm Müslümanlara hayırlı olsun İnşallah.
Sevgi Saygı ve Dua ile…
Veysel TEPEGÖZ
25.07.2020 / İstanbul
Kaynakça:
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/9006
http://bilig.yesevi.edu.tr/yonetim/icerik/makaleler/1221-published.pdf
https://www.fikriyat.com/galeri/tarih/mimar-sinan-ve-ayasofya-minareleri/10
http://www.ibrahimpazan.com
https://tr.wikipedia.org/wiki/Bizans_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul%27un_Fethi
https://www.eliteworldhotels.com.tr/blog/istanbulun-tarihi-degerleri-ayasofya-muzesi.28.aspx
https://www.turkcebilgi.com/ayasofya_m%C3%BCzesi